Kar Düşerken

                                             kar düşmeye başladı tepelerimize / beyaz bir şiir için artık / tüfeğimi doğrultuyorum

Akşam kar yoktu. Sabahçı olduğum için erken çıkıyordum evden. Pencereden baktım mı, bilemiyorum. Kaldığım ev giriş kattı, öyle etkileyici bir manzaraya sahip değildi. Etkileyici manzaralar, şehirde, kirada kalıyorsanız pahalıdır, bilirsiniz. Gerçi kimi güzel manzaraların yoksullara nasip olduğu da doğrudur. İstanbul’da, Boğaz’ın sırtlarındaki tarihsel gecekondu müdahalesi buna örnektir. Tokat’ta, kalenin yamacındaki gecekonduvârî yapılar da aynı ayrıcalığa sahipti, sonradan fark etmiştim. Elbette o manzaranın da yoksullukla yaşamak ve her gün keskin yokuşu tırmanmak gibi bir bedeli vardı.

Manzaradan mevzuya dönelim. Kahvaltı kültürüm neydi Muş’ta, özellikle sabahçı olduğum dönemlerde, tam hatırlayamıyorum. Metin arkadaşımla birlikte kalmaya başladıktan sonra öğlenci olduğumuzdandır muhakkak, kahvaltılarımız belli bir coşkunlukta geçiyordu. Sabahtan koşturmak zorunda değildik okula. Zamanı tüketerek, bir daha bir arada olamayacağımızın bilinciyle sohbet edip şarkılar söyleyerek, çayı ve sigarayı da ekleyerek uzuyordu kahvaltı vakitleri. (O zaman Metin’in sigara içmediğini kayda geçirmiş olmalıyım. Benden sonra tekrar başlamıştı.)

Yine uzattım. Artık aceleyle mi çıkıyordum evden, hiç sanmam. Geç kalmam kolay kolay. Babam beni fazla rahat olmakla eleştirir ama geç kalan biri değilimdir. Demek ki orada da geç kalmıyordum, yoksa kazınırdı kafama. Çıkınca, dışarıda müthiş bir beyazlık… Okula çok yakın oturuyordum. Geniş bir arsa vardı aşmam gereken. İşte o arsayı bir göl olarak tahayyül edin, yüzerek geçmem gereken… Hiç abartmıyorum kar, belime kadar ulaşmıştı. Yumuşacıktı. Pamuk gibi. Benim istikamette yolu açan bendim. Arsanın farklı köşelerinde farklı izler oluşmuştu. İşte bir dördüncü sınıf talebesi okula varmış benden daha önce. İki tane sekizinci sınıf talebesi yan yana ilerlemişler şu taraftan. Okullar tatil olacak mı peki? Kar, kalıcı misafirken tatil mümkün mü?

Ekim ayının yirmi ikisinde dağlara, Kasımın yirmi ikisinde şehre… Yirmi ikisinde inmek zorunda mıdır; önce dağlara, sonra şehre, bilmiyorum elbette. O günlerin rakamsal karşılıkları benim gönlüme ve zihnime demir atmıştır. İsmet Özel’in Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler şiiri gibi…

Aylarca kalkmamıştı kar o sene şehirden. Karı zapt eden şey soğuktur sadece. Mızrak gibi tersinden, inme tehdidiyle başımıza doğru o ürkütücü sarkıtlar… Aşağıda kayıp yerlere, kaldırımlara yapışma, yukarıdan sarkıtlar marifetiyle mızraklanma tehditleri altında İstasyon caddesinden şehre doğru çıkmak heyecanlı bir Everest tırmanışı değil de neydi? Bir tırmanış bu kadar güzel olabilir miydi?

Onuncu sınıfta okurken, köyümüzde, ödev yaptığım mutfağın sedirinde, yanımda çalıp duran kırmızı renkli, transistörlü Delta marka radyomdan işitmiştim Ahmet Muhip Dranas’ın Kar şiirini. Bir kadın ve bir erkek şiir programı yapıyorlardı: Kardır yağan üstümüze geceden, / Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, / Ormanın uğultusuyla birlikte / Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte / Kar yağıyor üstümüze, inceden.

O an bana tutunan, benim de kendisine sığındığım bu şiir yıllar boyu kök salarak yaşadı benimle. Öğrencilerime ezberlettim, mırıldanıp durdum kar yağsa da, yağmasa da… Tokat’tan acemi şoför olarak ilk arabamızın direksiyonunda, gece yarılarında, ailemi Akbelen kasabasındaki sağlık ocağı lojmanlarına sağ salim ulaştırabilme endişesiyle ve yoğun, lapa lapa yağan karın içinde gökyüzüne yükselerek yol alırken Ahmet Muhip Dranas kulağıma okuyordu şiiri: Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! / Uyandırmayın beni, uyanamam. / Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, / Allah aşkına, gök, deniz aşkına / Yağsın kar üstümüze buram buram…

Şehir, yüzümüzü yalayıp duran, evlerimizin sobasız mahallerini bıçak gibi kesen soğuğun tuttuğu ve aylar geçtikçe kirlenen karın tutsağı idi. Bu pistte kayıp düşmüşlüğümüz olmuştur; bir yerimiz kırılmadı ise, olsun. Zaman devrilecek, o pamuk yumuşaklığı, şehri toza toprağa bulayan yaz mevsiminin ardından, Ekim ve Kasım aylarında olacak olan beni zaten gelip bulacak, tam bir ay sonrasında, Aralık ayında bütün coşkunluğuyla okulun yolunu-bahçesini, şehrin cadde ve sokaklarını kaplayarak eşsiz bir veda programı tertipleyecekti bana.

Etiket(ler): , , , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın